Sözleşme ekonomisinin veya sözleşmedeki edimler arası dengenin bozulması ile ilgili kuramlar Yargıtay kararlarına göre ancak olağanüstü durumlarda uygulanmaktadır. Doktrinde bu olağanüstü durumlara örnek olarak ekonomik kriz ya da savaş hali gösterilmektedir. Yargıtay böyle durumlarda hızlı karar verilebilmesi adına üç adet şablon karar vermiştir. Bu şablon kararların ikisi kredi sözleşmesine, biri kira sözleşmesine ilişkindir. Aşağıda bu kararlar ayrıca incelenecektir. Ancak öncelikle uyarlama, fesih veya dönme haklarının hangi şartlarla kullanılabileceği incelenecektir.

Uyarlama

Uyarlama konusunda objektif ve subjektif olmak üzere iki kuram bulunmaktadır. Objektif kuram, sözleşmedeki edimlerin dengesini; subjektif kuram, tarafların sözleşme yapılırken esas aldıkları koşulların değişmesini uyarlamaya temel almaktadır. TBK m. 138 subjektif kuramı esas almaktadır. Bu yüzden yeni ekonomik kriz döneminde Yargıtay’ın şablon niteliğindeki eski içtihatları değişebilecektir, zira Yargıtay önceden objektif teoriyi benimsemişti.

TBK m. 480/2’ye göre hâkimden uyarlama talep etme hakkı yenilik doğuran bir haktır. Bu hak, hâkimin vereceği karar üzerine hükümlerini doğuracaktır. Hâkim karşılaştığı her somut olayda tarafların edimleri arasındaki dengeyi hakkaniyet kurallarına göre kuracaktır. Bir görüşe göre bedel artırılması ya da sözleşmeden dönülmesi dışında başka bir çözüm yöntemi kullanılamayacağı yönündedir. Eski Borçlar Kanunu’ndan farklı olarak hâkime bu konuda herhangi bir sınır getirilmemiştir. Dolayısıyla artık bahsi geçen uyarlama, sözleşme süresinin uzatılması, bedelin indirilmesi, edim konusunun daraltılması şeklinde olabilecektir.

TBK m. 138’e göre uyarlamanın şartları; öngörülmez olağanüstü bir durumun varlığı, bu durumun borçludan kaynaklanmaması ve bu olağanüstü durumun sözleşme kurulurken var olan olguları değiştirip borçlunun borcunu ifasını aşırı derecede güçleştirmesi gerekmektedir.

Beklenmeyen hal kuramı şu şekilde açıklanmaktadır: “Akit yapıldığı sırada mevcut bulunan şartlar önemli surette değişmişse taraflar akitle bağlı olmamalıdır. Buna ‘Beklenmeyen Hal Şartı’ denmektedir. Öğretide, sözleşmenin, yapıldığı andaki durumun değişmeyeceği şeklindeki bir zımni kabul ile yapıldığı, aynen uygulanmasının taraflarca bu zımni şarta bağlı tutulduğu varsayılmaktadır.”

Kanaatimce, uyuşmazlık TTK m. 20’de düzenlenen tacirlerin basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğü çerçevesinde toplanmaktadır. 1946 tarihinde kurulan uluslararası para fonu “IMF” verilerine göre Türkiye sıkça devalüasyonlar ve yüksek enflasyon oranları ile karşılaşmaktadır. Dolayısıyla, basiretli bir tacirin ticari faaliyetlerini gerçekleştirdiği ülkenin ekonomik koşullarının sıkça değişebileceğini öngörmesi gerekmektedir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2003/13-599 K. 2003/599 T. 15.10.2003 sayılı kararında şu ifadeler yer almaktadır:

“Bilirkişi raporlarındaki açıklamalardan da, sözleşme ve dava tarihleri arasındaki süre içerisinde döviz kurunun %60’ın üzerinde bir artış gösterdiği anlaşılmaktadır. Devalüasyon ve ekonomik krizlerin aniden oluşmadığı, piyasadaki belli ekonomik darboğazlardan sonra meydana geldiği bilinmektedir. Davacı tacirin ekonomik krizin işaretlerinin belli olduğu bir dönemde, Şubat 2001 krizinden bir ay önce taşınmazda kiracı olarak oturmakta iken üstelik bir müzayaka olmadan yabancı para üzerinden kira sözleşmesi yapması, basiretli bir tacir olarak davranmadığını göstermektedir. Dolayısıyla, somut olayda, tacir olan davacı yönünden, uyarlamanın temel koşullarından biri olan ‘Sonradan ortaya çıkan olguların tahmin edilemez nitelikte olması veya olgular tahmin edilebilmekle birlikte, bunların sonuçlarının somut olaya etkilerinin bu derecede ağır olabileceğinin öngörülememiş olması’ unsuru gerçekleşmemiştir.”

Ancak sözleşmenin yapıldığı tarihte eğer hükümet istikrar halinde ise ve ülkede henüz 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmemişse, dolar artışı öngörülemez nitelikte değerlendirilebilir.

Geçmiş dönemlerde yine ekonomik kriz gündemdeyken Bakanlar Kurulu yüklenicinin lehine olacak şekilde kararnameler düzenlemiştir. Ancak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 24.11.1986 gün ve 1986/2 E. 1986/2 K. sayılı kararında da bu ölçütlere yer verilmekle, kararnamelerin uygulamaları hâkimin takdirine bırakılmıştır.

Bu sonuç, Borçlar Kanunu’nun 365. maddesindeki düzenlemeye de uygun bulunmaktadır. Çünkü Borçlar Kanunu’nun 365/1. maddesinde yüklenicinin yapılacak şeyi kararlaştırılan fiyata yapmaya mecbur olduğu kural olarak benimsenmiş, maddenin 2. fıkrasında ise “fakat evvelce tahmin olunamayan veya tahmin olunup da iki tarafça nazara alınmayan haller işin yapılmasına mani olur veya yapılmasını son derece işkal ederse hâkim, haiz olduğu takdir hakkı dolayısıyla ya takarrur eden bedeli tezyit veya mukaveleyi fesheder” denilmek suretiyle işin yapımını son derece zorlaştıran şartların oluşması halinde fiyatın artırılabileceği ya da akdin bozulabileceği kabul edilmiştir.

Dolayısıyla hâkimin yukarıda bahsi geçen kararnamelere uygun karar verme yükümü olmadığı gibi, hâkimin uyarlama yaparak bedel artırımı yapabilmesi için bu kararnamelerin yayımlanmış olması gerekmemektedir. Yani, hâkim bu durumda geniş bir takdir yetkisine sahiptir.

Akitlerin ifasını şartların değişmemesine bağlayan (Clausula Rebus Sic Stantibus) fikri gerçeğe tam olarak uygun değilse de, ahde vefa prensibine kesin ve sıkı sıkıya bağlılık her zaman adil olmamaktadır. Bugün İsviçre-Türk Hukukunda çoğunlukla dayanılan esas, uyuşmazlıklara dürüstlük kuralı uyarınca çözüm bulunmasıdır. Yine bu teoriye göre işlem temelinin çökmesine neden olan hal de dürüstlük kuralına göre belirlenecektir. Yani bir mücbir sebep, akdin sona erdirilmesinde dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirilebilecektir.

Nitekim, Yargıtay 13. HD., 12.06.2003, E. 2003/4175 sayılı kararında şu ifadeler yer almaktadır:

“Beklenmeyen mücbir sebeplerin varlığı sonucu, sözleşmenin yapıldığı tarihteki şartlara uyulması halinde işlemin temelinden çökmesine neden oluyorsa bu halde uyarlama istenebilir. Türk Lirasının yabancı para karşısında sürekli değer kaybettiği bir ortamda, enflasyondan korunmak amacı ile yabancı para üzerinden kira sözleşmesi yapan davalıya karşı uyarlama talebinde bulunan davacının mücbir sebebin varlığı ile işlemin temelinden çöktüğünü kanıtlaması gerekir.”

Fesih veya Dönme Hakları

Yüklenicinin açtığı uyarlama davasının reddedilmesi halinde, TBK m. 480/2’ye göre yükleniciye sözleşmeden dönme ve haklı nedenle fesih hakları tanınmıştır. Ancak dürüstlük kurallarının gerektirdiği durumlarda yüklenici, ancak fesih hakkını kullanabilir. Dürüstlük kuralı yine burada hakkaniyete göre belirlenecektir.

Bu düzenlemenin amacı, fesih ileriye, dönme ise geçmişe etkilidir. Dolayısıyla, dönme ve fesih hakları, uyarlama davasında hâkimin uyarlamaya imkân olmadığına dair karar vermesi halinde mümkün olacaktır.



Kategoriler